Dilenci

sağır ve kör bir dilenci,
yeminleri bitmiş biraz da hileci,
ne zaman kör olmuştu,
kaç yıldır duymuyordu bir kuş sesini,
nasıl sevilirdi görülmeyen eller,
nasıl yumuşardı kalp duyulmadan şiirler,
biraz ukalaydı dilenci,
çokça da konuşur yersiz ve deli
gözleri var ama kör,
kulağı keskin ama sağır,
sevilmemekten yakındı anı masasında,
annem dedi; kardeşimi daha çok sevdi,
babam kırmızı Anadol'u hepimizden çok,
lisede Ayşe'yi, sonrasında Leyla'yı,
Nazım'ın Piraye'sini, Hamit'in karısını,
ne varsa sevilememekten yana anlattı dilenci,
ne zamandır körsün dedim,
körlükleri dedi, gördüğümden beri,
peki ya duymak ne zaman terk etti seni,
evsiz yavruların çığlığında duyarım hala,
severim çiçeği, kırı, baharı,
tıpkı senin de sevdiğin gibi,
gülerim güzel günlerde 
ve ağlarım canım yandığında,
ellerimi tutunca sevgilim kalbim titrer,
yüreğim yeni yaralar arar ondan deliliğim,
severim kendimi onlar küçümsediğinden beri,
o yüzden bir yanı ukala kalmıştır yalnız bahçemin,
kimler kaldı kulakları duyan,
ince sesini bir çaresizin,
kimler kaldı gözleri gören,
yüzünde pişmanlığı  bir fakirin,
ben körüm,
sen sağır,
şunlar deli,
onlar ukala,
bitmeyecek arzumuz dünyanın sofrasında,
öyle ki dilenci dediğin bir ad değil, 
sıfat kaldı ardımızda.

Yaşamak Korkusu

Ağlamaktan korkarız, hayal kırıklıklarından korkarız, üzülmekten korkarız, başarısızlıktan korkarız; yeri gelir bazen sevmekten korkarız, "Çok güldüm başıma bir şey mi gelecek?"der, gülmekten korkarız. Bugünlerde en bariz korkum korkmak. Kelime oyunu yapmıyorum aslında. Hayatım boyunca kaçırdığım bütün güzellikler, heyecanlar, yenilikler herhangi bir şeyden korktuğum için kayboldu. Klasikleşmiş o sahneyi canlandırıp kendimi son nefeste hayal ediyorum ve diyorum ki kendime : ağlamaktan, üzülmekten, sevmekten,vicdanının sesinden, kalbinin sesinden, kaybetmekten korkmasaydın keşke. Keşke demek yerine iyi ki demeyi tercih ediyorum. 

Kafamda canlandırıp yapmadığım onca şeyin bir hayal değilanı olmasını istiyorum.

Seviyorsan git konuş bence edebiyatı yapmayacağım ama seviyorsan, özlüyorsan, ağlıyorsan, üzülüyorsan korkma. 

Geçenlerde bir rüya gördüm. Rüyamda dik bir yamaçta düşmekten korkarak gergin bir şekilde yürüyordum. Sonra bir anda aslında uyuduğumu ve bunun bir rüya olduğunu fark ettim. Kendimi dik yamaçtan aşağı bıraktım ve hızla koşup zıplamaya başladım. Gergin başladığım rüyamın sonunda gözümü açtığımda gülüyordum.

Yaşamak da bir rüya gibi. Ne zaman başladığını hiç bilmediğimiz, bilinçaltında bir kurguyla başladığımız serüven. Korkuları bir kenara bırakıp koşmaya başladığımız an herşeyin değişeceğine inanıyorum. En azından bu yaşam rüyasından uyanırken de gülümsemek istiyorum. Ama önce bunun bir rüya olduğunu fark etmeliyim. Belki kafamızda hayal edip vazgeçerek yaşadığımız, defalarca farklı şekillerde oynatıp hiç gerçekleştirmediğimiz onca hayatın birisini bu rüyada görme fırsatı buluruz. 

Bunu yaparak kendin olmak; ağlamaya, üzülmeye, hayal kırıklarına, aklıma gelen bütün korkularıma değer. 

SEVGİLERDE

Sevgileri yarınlara bıraktınız
Çekingen, tutuk, saygılı.
Bütün yakınlarınız
Sizi yanlış tanıdı.

Bitmeyen işler yüzünden
(Siz böyle olsun istemezdiniz)
Bir bakış bile yeterken anlatmaya her şeyi
Kalbinizi dolduran duygular
Kalbinizde kaldı.

Siz geniş zamanlar umuyordunuz
Çirkindi dar vakitlerde bir sevgiyi söylemek.
Yılların telâşlarda bu kadar çabuk
Geçeceği aklınıza gelmezdi.

Gizli bahçenizde
Açan çiçekler vardı,
Gecelerde ve yalnız.
Vermeye az buldunuz
Yahut vaktiniz olmadı.


Behçet NECATİGİL

Kum

Deniz kenarında buldu kendini. Çok sakindi. Buraya nasıl geldiğini hatırlamıyordu. Tamam, dışarı çıkmaya karar verdiğini biliyordu fakat bu kadar hızlı olamazdı. Düşünce gücüyle gelmişti adeta. Yolda yürürken aklı başka yerdeydi. Düşünürken hızlı hızlı adım attığının farkında değildi. Evden çıkışı, düşünceler ve sahil. Eline bir taş alıp atmak istedi. Eğilmeye üşendi. Etrafta çok az insan vardı. Galiba onlar da içen tayfadan başkası değildi. Karanlığa sığınan, toplumdan dışlanan insanlar. Eğildi taşı aldı. Bu sefer de atmaya üşendi ve taşın elinden düşmesine izin verdi. Denize yansıyan ay ışığından hiç etkilenmedi. Bağırmaya başladı bir anda. Ne dediğini kendisi de anlamıyordu. Ama bir hayli sinirliydi. Sesi titriyordu. İlk başta çekingen bir şekilde sitem ediyordu denize. Yavaş yavaş titreme azaldı. Vücudu dik, elini kaldırmış bir şekilde buldu kendini. Bu tavrına kendi de şaşırdı. Az daha gülecekti ama dur dedi kendine, şimdi bağırma zamanı.

Yeter lan! Bıktım düşünmekten, bıktım.

Sonra ne diyeceğini düşündü. Kız derdi yoktu. O konuya durduk yere girmek istemedi. Ne diyeceğini bilemediği için çok daha öfkelendi.

Ben düşünmekten bıktım diyorum, sonra ne diyim diye düşünmeye başlıyorum. Dalga mı geçiyosunuz lan benle. Derdim kız değil benim, tamam mı? Yolumu kaybettim ben. Bi yerden sonra koptu zincir. Edebiyat yapmıyorum ulen. Dinlemek istemiyosanız gidin. Bugün benim günüm. Kalacaksanız sessiz olun ha.

Çok iyi gittiğinin farkındaydı. Hiç olmadığı kadar sanimi davranmaya çalışıyordu. İçenlerden kimse onu takmamıştı. Bu iyi bir şeydi çünkü ne diyeceğini kendisi de bilmiyordu. Aklıyla konuşuyordu.

Bir zamanlar güzeldi her şey. Küçükken yani. Yaz geldiğinde belediye asfaltı yenilerdi. Sokağın bi köşesine kum yığarlardı. Okul da tatil tabi. Sabah saat 7’de çizgi film izler izlemez çıkardık sokağa. Kumun üstüne atlardık. Arka tekerine şişe sıkıştırdığımız bisikletle kumun etrafında dönerdik. Öyle deme, şişe güzel ses çıkarmıyodu ama havalıydı yani. Yaz günleri ilerledikçe kum azalıyodu. Oynamasak bile orda kumun varlığı bizi rahatlatıyodu be. Çünkü kum varsa okul yok. Çilek var, erik var. Karpuz var lan karpuz. O yüzden o yolu hiç bitiremesinler istedim ama olmadı. Kum bitti.

Anlatırken sakinleştiğinin farkındaydı. O günleri özlemişti. Gözleri dolmak üzereydi ama kendini tuttu. Ani bir tepkiyle gülmeye başladı.

Anladın mı olum şimdi yolumu niye kaybettiğimi. Boş boş edebiyat yapmıyoruz burda. Kumlu yolu arıyorum ben.

Bir süre bekledi. Kıpırdamadan denize bakıyordu. Gitme isteği yoktu içinde. Eğildi ve yerden bir taş aldı. Denize attı.