Hep Gülümse

Elimizden oyuncak alınırdı ağlardık. Şekerimiz yere düşerdi ağlardık. Babamız işe giderken arkasından ağlardık. Gece gece ailemizi özler, yastığa gömülüp sessizce ağlardık. Her gözyaşının bir sebebi vardı. Akrep yelkovanı, bulut güneşi kovaladı. Zaman bir hayli ilerledi. Bilmiyorum ama bir şeyler değişti. Galiba çoğu şey değişti. Artık nedensiz yere ağlama isteği var. Bu sefer de ağlayamıyoruz.

Derdimiz bitmez bizim. Bazen yol boyu uzanan sıkıcı , gri bariyerleri dert ederiz. Bazen de hiç gelmeyenlere içeriz. Acı çekiyorsak eğer doğru yoldayızdır. Ama diyorum ki biraz da nedensiz yere gülelim be. Madem nedensizlik bitiriyor bizi, neden güldüğümüzü bilmeden gülelim. Kederi ve ciddiyeti bırakalım bir kenara. Gösterelim otuz iki dişimizi karanlık da olsa. Bazen sessiz sessiz gülelim. Aklımıza yaşadığımız bir olay gelsin, otobüste içten içe gülelim. Zor tutalım kendimizi. Ya da tutmayalım. Can sıkan gri bariyerleri dert edeceğimize, ilerde radar var diyen masum tabelaya gülelim. Hiç olmadı gülümseyelim, yüzün zekatıdır derler. Çok zararsız bi kelime değil mi ya? Gülümsemek. Gülümse. Gülüm. Gül.

Ahmet Mümtaz Taylan'dan duyduğum güzel bi söz var. "Sen; senden öncekilerin toplamı, senden sonrakilerin parçasısın. Eksik ve eşssizsin. Gülümse!"

PIRRRRR

Alarm çaldı ve uyandım. Kalkmam lazım ama uyumak istiyorum. Sonuçta spor yapmak zorunda değilim. Hem ben spor yapmasam da kaslı duruyorum. Bugün gitmiyim nedir yani? Kalkmasam da olur dimi? Kalktım. Soğuk su içtim. Suyun boğazımdan aşağı inişini hissettim. Böbreklerim bile serinledi. Şortumu giydim. Havlumu aldım. Sahile doğru gidiyorum. Daha dükkanlar bile açık değil. Etrafta insan yok. Çok iyi. Sabah bu saatlerde araba sesi az olur. Çünkü uyurlar. İnsanlar yani. Gerçi arabalar da uyur. Neyse. İki haftadır sabahın bu saatlerinde araba sesi arttı. Çok sinir bozucu. Çünkü ben sürüyorum. Sahilde her zamanki yere park ettim.

‘’ Her zamanki yer ‘’ çok havalı. Sabahın bu saatlerinde ağacın gölgelediği yer yani.

 Bıraktım havlumu kayaların üstüne. Birkaç tane dayı var. Erkenden evden kaçmışlar. Belki kahvaltıyı hazırlamaya yardım etmemek için, belki erken uyanan çocuğuna bakmamak için, belki de canı sıkıldığı için. Ben spor yapıyorum demek için mi geliyorum acaba? Olabilir aslında. Ben de insanım sonuçta. Ayarım ya hani. Çok sevdiğim, önü yırtılmış mavi spor ayakkabımla koşuyorum. Filmlerdeki gibi bir ortam var. Deniz, güneş ve müzik. Ama aynı his yok. Şarkıya kaptırdım kendimi. Aynı ritimde adımlarımı atıyorum.


Tek koşan ben değilim tabi. Yaşına rağmen bak nasıl spor yapıyor desinler diye koşanlar da var. Bu şarkıyı onların da duymasını istiyorum. Ben seviyorsam herkes sevmeli. Zaten müzik gökte çalmalı bence. Çünkü ritme göre yaptığım hareketler anlamsız ve komik oluyor. Karşıdan biri geliyor. Kolay gelsin amca dedim ama ben duymadım. Şarkıyı yüksek sesle dinlemeyi severim. Amca duymuşa benziyor. Gülümsedi. Sana da dedi. Yine duymadım. Aferin bana. İyi bişi yaptım. Biri daha geliyor. Her gelene denmez ama. Zaten hiç selam verilesi bir tip değil. Evde temizlik varmış da adamı kovmuşlar gibi. Ayak altında dolanma demişler.


Şarkı bitmeden hiçbir zaman kapatmam. Beklerim. Koşu bitti ama şarkı bitmedi. Başladığım yere geri döndüm. Terliyim. Denize girmem lazım. Şimdi son tınılar ve bitti. Sıçradım. Güzel bir balıklama. Suya girer girmez çıkan beyaz köpükler.  Dibine indikçe artan basınç. Taşların birbirine sürtmesiyle çıkardığı ses. Yukarı çıkarken gözünü alan güneşin parlaklığı. Tüm yorgunluğum gitti. Sabah içim serinlemişti. Şimdi vücudum. Su güzel şey.(?) Neydi ya ?!? Suya ayar değilim bak. Başka neye derseniz ; gazoz kapaana, fötr şapkaya, yağmurlu bir Balat akşamına, her sokağın hikayesini bilen aylak adama, gözü uzağa dalanlara, gözleri dolanlara, gökyüzüne bakarken kayan yıldıza, anne yapımı ıslak keke, üzerinde bekle yazan tadelleye...

Çimlere havlumu serdim ve uzandım. Ağacın gölgelediği yere. Her zamanki yer değil ama. Ağaç serçelerle dolu. Belki elli tane vardır. Pırrrrr dedi ve hepsi aynı anda çime indi. Hoplaya zıplaya gidiyorlar. Pırrrrr dedi ve hepsi ağaçta. Çok ilgimi çekti. Onları izliyorum. Uzun zamandır böyle mutlu olmamıştım. Gözlerimle, pırrrrr, bu ana tanıklık ettiğim için. Ablamlar da bana Pırpır der. Küçük yaşta evden uçtuğum için galiba. Hatırladım. Su güzel şey , pırrrrr, dedim ya. Aklıma takılan şiiri hatırladım.

Seni düşünmek güzel şey, ümitli şey,
Dünyanın en güzel sesinden
En güzel şarkıyı dinlemek gibi bir şey...
Fakat artık ümit yetmiyor bana,
Ben artık şarkı dinlemek değil,
Şarkı söylemek istiyorum.




İftar Öncesi

Eminönü'ndeyim otobüse bindim. Çok keyifliyim öncesinde harika bir hava ve gün batımı eşliğinde Üsküdar'dan vapur ile geldim buraya.  Bakınıyorum.  Arıyorum onu. Birini diye düşünme. O dediğim 99A. Bindim hemen. Daha 10 dakka var derken, otobüs çalıştı birden. İyi dedim, erkenden varacağım dedim. Sonra hemen gözüm boş koltuk aradı tabiki. Naparsın İstanbul bu, şehrin en büyük nimetlerinden birisi otobüste bulacağın bir boş koltuk :) Sonra gittim arakaya doğru. Bomba gibiyim. Keyifler yerinde. Hemen oturdum.

Elimde Doğukan'dan aldığım Dostoyevski'nin ilk romanı olan İnsancıklar var. Heyecanlıyım. Kitap çok yeni duruyor, sanki oku beni diyor. Sonra bir baktım karşımda ayakta duran biri. Benden birkaç yaş büyük en fazla ama adamın yüzünden yorgunluk akıyor. Sonra gel dedim, senin elin dolu buraya otur dedim ama herhalde erkeklik mevzusu mu ne yaptı sert bir şekilde yok dedi, sen otur dedi. Ben de koltuktan kalkmıştım. Geldi başkası oturdu hemen. Kaçtı şehrin bana verdiği bir fırsat. Başka boş koltuk oldu o sırada ama oturamam. Neden mi? Çünkü erkeklik yaptım ya şimdi karizmayı çizdirmeyelim. Ya da çok mu saçma düşündüm acaba, neyse boşver şimdi... Sonrasında kitabı açtım okuyorum. Ama çocuğun gözü hep benim üzerimde, fark ediyorum. Sonra göz göze geldik. Bir durak geçti, indi.

Yanıma bir amca geldi. Onun yanına da bir arkadaşı herhalde. Ya da, ne bileyim, biz Türkler tanışma konusunda çabuk kademe kaydediyoruz.  Belki de şimdi, burada günlük yaşamdan konuşurken tanıştılar. Birisi söyleniyor iş güç yok diye. Şimdi de yıkım döküm muhabbetini geçtiler... Ne çabuk değişiyor konu be... Neyse banane ki.

Şimdi kafayı kaldırdım bi baktım herkes, orucun verdiği yorgunluk mudur yoksa gün sonu yorgunluğumu  bilemiyorum, bitkin.  Gözler telefonlarda boş boş takılıyorlar. Amcamın teki gazete okuyor ama dudakları ile. Keşke şimdi dudak okumayı bileydim.  Ben de ne okuyor öğrenirdim. Aman Allah'ım  Eyüp'ten geçiyorum bu ne kalabalık. Herkes TV kameralarına görünme peşinde. İftar öncesi son enerjilerini de buna harcıyorlar. O sırada adamın teki motoruna ara gazı verdi. Caddede gözler onda şimdi... Para çeken adam da bi döndü baktı. Şekilsin ya hani der gibi... Dur bi sn. Kapının önünde olduğum için çekilmem lazım çünkü inecek var. Bu saçma kapıları hiç anlayamadım zaten niye içe açılır ki....

Bi koltuk boşaldı. Hemen gittim oturdum. Ne de olsa yer verdiğim çocuk indi artık. Çekinmeme gerek yok. Amcam da ben geldim yanıma diye mi ne? Gazeteyi katladı ve pantolon ile gömleğinin arasına sıkıştırdı. Elinde taşımak istemiyordu belli.  Evet, yine o salak kapı. Bak ben bunu yazarken amcamın eli sıkıştı o kapıya. Bunu yapan mühendis kör olmuş... Bu ne biçim bi kapı ya. Karşıdan biri geldi. Ali Hasanoğlu'na benziyor. Hemen selam için hazırladım kendimi ki o değilmiş. Niye hâlâ gelmedik. 15 dk kaldı iftara. Ben hâlâ neredeyim acaba? Buralara da gelmiş kentsel dönüşüm. Her yer şantiye. Bak yazayım derken durak kaçarsa bozuşuruz. Şimdi kalkıp ekrana bakmak da istemiyorum kesin biri yerimi kapar. Neyse yine de bakacağım. Hay Allah, korktuğum başıma geldi . Yanlış otobüsmüş bu ama dayım bu demişti. Neyse şimdi seninle vakit kaybetmeyeceğim buradan daha Yeşilpınar'a geçmem lazım görüşürüz.

İyi biri...

Hayatımızda karşılaştığımız insanları iyi ve kötü diye niteler ve onlara verdiğimiz bu sıfat ile onlara olan yakınlığımızı belirleriz. Kimilerine iyi der hayranlık besleriz, kimilerine de kötü der arkasından konuşuruz.

Ne iyi derken ne de kötü derken diğer ihtimali düşünürüz. İyi derken aklımıza Kabil'i , kötü derken aklımıza Habil'i getirmeyiz. İyi derken '' İnsanoğlu bu, çiğ süt emmiş.'' demez veya kötü derken de aklımıza Allah'ın insanı yaratırken ruhundan üfleyerek yarattığı gelmez.

Hal böyle olunca da bazı şeyleri göremez, düşünemez oluyoruz. Mesela bir çocuğun yüzünde tebessüme vesile olabilmek adına şaklabanlık yapan birisinin, verdiği söze binaen umutlandırdığı kişileri yüz üstü bıraktığını göremiyoruz.

Yetime uzanan eli merhamet kılıcı ile kesen birinin başka birine çok büyük bir vefasızlığını göremez oluyoruz. Böyle böyle biz de zamanla bozulmaya başlıyoruz. Karıncayı bile incitmez dediğimiz birini överken ''bile'' ifadesinin karıncayı incittiğini göremez oluyoruz.

Buradaki ilk yazımı seçmiş olduğum kullanıcı ismine binaen yazmak istedim. Şimdi diyeceksiniz ki sen neden o zaman kendine '' İyi Biri '' dedin. Bakmayın benim böyle yazdığıma . Ben de herkes kadar iyi herkes kadar kötüyüm. Zaten herkes de biraz Habil biraz Kabil değil mi ...

Sessiz Sakin

 Vapurun kalkmasına on dakka var. Bekledim bu sefer. İnsanlarla beraber bindim vapura. Çok kalabalık. Biraz ayarım ben bunlara muhabbetine girmicem. Ama ayarım. Herkes güzel yere oturma çabasında.Ben ayaktayım. İnsanlar yerleşti. Muhabbete başladılar (?) Gürültüye başladılar daha doğru. Köşede halatların üstüne oturdum. Kıyafetim kirlenirse kirlensin. Adalara gidiyorum. Eğlenmeye. Buluşmaya değil. Yanımda oturak var. Üstünde yaşlı bir teyze ve amca. Onların yanında Suriyeliler. Ben bunlara biraz... Neyse. Vapur hareket etti. Sessiz sakin denize bakıyorum.
 Teyze Suriyeli kıza dönük. 

  Kocan nerde ? 
   Çocuğun var mı ? 
   İstanbul güzel mi ?

 Bundan sanane. Seni geçtim banane. Kapadım kulakları. İstanbul güzel mi ? Aklıma Ünal geldi. İstanbul '' çok '' dedi bir keresinde. Çok güzel. Çok yorucu. Çok pahalı. Çok kalabalık. Çok turistik. Çok eğlenceli. Çok hızlı. Her şeyiyle çok yani. Ünal çok haklı. Bir anda çığlık sesi. Sessiz sakin denize bakamıyorum artık. Küçük bir çocuk vardı ayakta. Artık yok. Denize düştü. Herkeste bir telaş. Ben gayet soğukkanlıyım. Telefonu , cüzdanı ve ev anahtarını koydum kenara. Çıkardım tişörtü. Atladım denize. Beyaz köpüklerden başka bir şey gözükmüyor. Vapur ilerliyor. Ben çocuğu arıyorum. Gözlerim yandı. Gördüm onu. Çok yakın gibiydi. Derine indikçe kulaklarım acıdı. Tuttum elinden. Yukarı çıktık. Suyun üstüne. Sessiz sakin denizde yüzüyoruz. Bir çığlık geldi. '' Ordalar. '' Sessiz sakin denizde yüzemiyoruz artık. Vapur biraz ilerde. Atılan can simitlerine doğru gidiyoruz. Zorlandım. Çocuk baygın. Tüm ağırlık bende. İnsanlarda telaşlı bakışlar. Çok gürültü var. Çıktık vapura. Alkışlar eşliğinde vapurda yürüyorum. Çocuğa ilk yardım yapılıyor. Herkes beni övüyor. Köşede halatların üstüne oturdum. Kıyafetim kirlenirse kirlensin. Islak zaten. Adalara gidiyorum. Eğlenmeye. Buluşmaya değil...

  Ne zaman vapura binsem bir çocuk denize düşer. Ve hep ben kurtarırım. Çünkü kahramanlığı seviyorum. Tabi ki hayaldi. Biliyorum herkes bunu hayal etti. Ben de ettim nedir yani ? Kimi genç yaşta öldüğünü hayal etti. Cenazesinin kalabalıklığını. Çok sevildiğini. Sessiz sakin tabutunun taşındığını. Bir anda feryat sesi. İnsanların ağlayışları. Sessiz sakin tabutunun taşınmadığını...      


Ölüyormuş Gibi Çek Panpa

Hayat koşarak gittiğimiz bir ölüm macerası. Ölümü bu kadar açık söylemek ürkütüyor insanı. Ama biliyor musunuz? "Öleceğiz." Üzerimize basacaklar, otlar çıkacak toprağımızdan ve hatta çürüyeceğiz. Geçen her dakika hiçbir şey yapmıyorsak bile fosilleşmeye doğru gidiyoruz, şuan bile, bak ölüyorum, evet bu saniye, ölüyorum yaa ölüy...
Peki şuan ölecek bir insan için, yeni yetme deyime göre, fazla 'cool' değil miyiz?(!) Telaşlı mı olmalıydık? 
Nazım'ın dediği gibi "İnsan öleceğini bile bile nasıl yaşar? Ya çıldırır ya da öleceğini unutur." Yani çıldırmalı mıyız yoksa unutmalı mı? Bence 'motorları maviliklere sürmeliyiz' ya da 'başka sevmeliyiz' Nazım'a ithafen.
Önemli olan bu ölüm macerasını aslında ölüm değil de hayat macerası olarak görmek. Zamanını, rakiplerini umursamadan sadece tadını çıkarmak. Yani bu engelli parkurun ortasında oturup bir sigara  yakabilmek veya piknik tüpünü çıkarıp yanında koşuşturanları umursamadan bir çay demleyebilmek hayat. Yoksa sadece koşturarak ulaştığımız bir hedefimiz, koşarak vardığımız bir ölümümüz olacak.
O meşhur son nefesten sonra; zengin, fakir, Porsche sahibi, kazıklı voyvoda veya derebeyi olmayacağız. Yolun sonunda hepimiz donuk ve soğuk birer ölü olacağız. ("Her canlı ölümü tadacaktır!" kesin bilgi.) Sözün özü, geçip giderken ömrümüzden saatler, klişeleri, abartılı hırslarımızı, materyalist rüyalarımızı, soğuk tavırlarımızı, kin-nefret ikilisini bir süreliğine ikinci plana atalım; sadece ölmeyelim, biraz yaşayalım da.

İnsana İnsanoğlu Diyen İnsanlar

      İnsanlardan insanoğlu diye bahsetmeye başladığımız günden beri belliydi böyle olacağı. Belliydi sokak başlarında ellerinde üç beş yaşlarında çocuklarıyla aç dileneceği insanoğlunun. Belliydi işlerine sabahın ilk ışıklarında günün yevmiyesi için koşarak giderken akşamları iki hoş sohbeti ailesinden esirgeyeceği. Belliydi seviyorum derken aslında arzuluyorum demeye çalıştığı bir oğlanın yeni yetme bir kıza. Yağmurda yürümek beni huzura götürüyor diye şairene serzenirken şemsiyeyi icat etttiğinde apacık belliydi. Eğitim şart sloganlarını attığında özel okulların yıllık maliyetinin bi ejderha yavrusu parası yaptığında çoktan belirmişti.Bir ara samimiyetsizlik nidası atarken insanoğlunun sabahları bakkal amcaya günaydın dememesinin altından belliydi. Birilerinin yediklerinden kalanları toplayarak evini geçindirenler çıkmaya başladığında besbelli olmuştu. Çocuklar geleceğimizdir sloganları atarken bir köpek mamasının aylık giderinin bir gariban çocuğununkinden fazla olduğunda belliydi. En çok da bütün bunları eleştirirken bile edindiğimiz samimiyetsizlikten belliydi. İnsanoğlu işte naparsın?
İnsanlığın bu yaşadıklarının hepsini hakettiğini düşünenlerde vardı, aslında daha fazlasını hakettiğini de... Bir de biz bunların hiçbirini haketmedik diyen bir kesim elbet olacaktı. Zaten insanoğlu neyi hakedip neyi haketmediğini anlamış olsaydı, dünya ya hak etmediklerimiz uğruna verdiğimiz  savaşla bir cehenneme ,ya da hak ettiklerimizin uzlaşısıyla bir cennette dönüşecekti. Haddim olmayarak ve önce yaradanın affına sığınarak cenneti ve cehhennemi düşündürttü bu bana. Cennet ve cehhennem neyi  hak edip neyi hak etmediğimize emin olarak gittiğimiz bir yer değil miydi. Ama belliydi. Belliydi böyle olacağı .Tam da insanoğlunun hak etmediğini bilerek geldiği makamları benimsediğinde belliydi.
     Acaba diyorum bu dünya tüm belirtilerin bir eseri miydi yoksa bu belirtiler mi dünyayı bu hale getirdi. Yani akşam iki hoş sohbet etmediğimiz için mi böyle duygususz olduk veya sevginin önüne arzuyu koyduğumuzdan beri mi çocuklarımızı kaybettik. Sokak başında küçücük dilenci çocukları görürken zamanla kanıksadıkta mı bu kadar hissizleştik, komşunnun köpeği  tok yatarken kendisi aç yattığı için  mi küstü hayata gencecik bedenler, kendisine günaydın denmediği için mi veresiye yazmıyor bakkallar,yağmurdan kaçtığımız için mi küresel ısınıyoruz,  ya da artık hak ettikleri  yere gelemeyeceklerini gördükleri için mi sustu beyinler. Bilmiyorum.

Beklemek

     Herkes beklemekten söz eder. Sanki tek bekleyen kendisiymiş gibi... Ben seni , sen onu , o da bir başkasını bekler aslında. İsmail Abi gemiyi bekler mesela. Ama kimse İsmail Abi'yi kimin beklediğini düşünmez. Kim bilir belki de deniz İsmail Abi'yi bekliyor her gün. Sadece insanlar bekler diye bir şey yok ya.
     Hiç düşündünüz mü , acaba çay neyi bekler? Çay demlenmeyi bekler.  İnsanlar öyle sevdiği için değil , bardağa yakışabilmek için. Bardağa kırmızı ve siyah rengi verebilmek için. Çekilen fotoğraflarda çay hep kırmızı ya da siyahtır , koyudur yani , açık bir çayı kimse çekmez. Çünkü çay demlenmeyi bekler.
     Hayaller gerçekleşmeyi bekler. Çünkü akıllarda , rûyalarda ya da kelimelerin arasında sıkışıp kalmak istemez , dünyayı güzelleştirmek için gerçekleşmek ister. Hayaller en çok da bir çocuğun gözlerinde var olur. Ve gözler kalbin aynasıysa eğer dünyayı sadece çocuklar kurtarabilir. Bu yüzden hayaller gerçekleşmeyi bekler.

On Dakka

Salı günü.Akşama doğru hava esmeye başladı.Mayıs ayında gayet normal bir durum.Avrupa'yı gezmiş, dolaşmış yakın bir arkadaşım İstanbul'a gelmişti.Üsküdar vapuruna binecek.Ben Eminönü tramvay.

- Ben senin yerine basarım , abonman benimki.
- Olum sana sıkıntı olmasın , 10 dakika beklemen lazım.
- Olmaz ya , en kötü on dakka beklerim , nedir yani ?

Sıkıntı oldu.Abonmanı kabul etmedi.Neyse dedim , on dakka beklerim nedir yani ?İstasyonda demirlere yaslandım bekliyorum.Saate bakarak saniyeleri saydım.Aklıma gece nöbetleri geldi.Yan tarafımda güvenlik görevlisi ve polis var.

'' Polis ''

Biraz ayarım ben bunlara.Olmamam lazım.Ama ayarım.Subayın itibarı düştü , meydan bunlara kaldı.Neyse.Altı dakka oldu.Aynı yerde bekliyorum.Bombacı sanmasın diye polise muhabbetle bakıyorum.Ama ayarım.Sırtımda da küçük bir çanta var.Bombacı değilim ben.İki-üç kere muhabbetle kesiştik.Dokuz dakka oldu.Gittim bastım kartı.En kötü on dakka bekleyemedim nedir yani ?Abonmanı yine kabul etmedi.Karta beş milyon yükledim.Sonunda turnikeden geçtim.Sadece ben varım istasyonda.Gittim en son vagonun yanaşacağı yere.Kapı nerde açılır acaba?Az ilerde yerde yarım kalmış bir sigara var.Kesin kapı burda açılacak.Bekledim.Yanıma bir kız geldi.Ama bakmadım.Ben gayet havalıyım.Hava soğuk.Tramvay geliyor.Kesin kapı burda açılacak.Tam önümde açıldı.Mutlu oldum ama belli etmedim.Çünkü ben gayet havalıyım.Hava soğuk.Ayaktayım.Kızla yan yana.Siyah ojesi var.Ben oje sevmem.Çok fazla Suriyeli var.

'' Suriyeli ''

Biraz ayarım ben bunlara.Olmamam lazım.Ama ayarım.Kız indi.Zaten siyah ojeliydi.İnsin.Çok gürültü var.Çantamda kitap da yok.Canım sıkıldı.Liseliler bindi.Çok konuşuyorlar.Arkadaşıyla akraba çıktı..Yer boşaldı.Oturdum.Çantamda kitap da yok.Canım sıkıldı.İki durak var.Başımı öne eğdim.Liseli , annesine haber verdi.Akraba olunca heyecanlanmış.Yorgunum.Zerre heyecan yok.Sonunda indim.Metrobüse doğru ilerliyorum.Kartı bastım.Abonmanı kabul etti.Metrobüsler çok dolu.İnsanla dolu.

'' İnsan. ''

Biraz ayarım ben bunlara.Olmamam lazım.Ama ayarım.Sigara izmaritini yere atıyorlar.Bugün işime yaradı.Ama ayarım.Vapuru, tramvayı, metrobüsü doldurup çok konuşuyorlar.Boş metrobüs bekliyorum.İçinde az insan olan.Arada geliyor birkaç tane.Dolu metrobüslerden iki kişi iniyor.Beş kişi biniyor.Hiç hareket etmiyorum.Ben gayet havalıyım.Hava soğuk.Neyse dedim.En kötü on dakka beklerim, nedir yani ?