ÖZLEME DAİR

Erken gelen baharın ardından hazırlıksız toplanan kuşlara inat kutlamalara başlamıştı çiçekler.  Boynunu bir dolu tanesinin kırmasını beklemenin hüznü ve yeniden doğuşun acemi, telaşlı sevinci tüm dağların üstünü rengarenk bir örtüyle kaplamıştı. Güneş sabırsız ışıklarını bir kurşun gibi toprağa savuruyor ve yaralanmış toprağın gövdesinden yeşil hayatlar fışkırıyordu. Doğanın bu kavgasında herkes gibi kabullenilmiş bir sakinlikle bekleyen tüm insanlar, hayatlarına yeni bir duygunun ekleneceğinden habersiz bu kargaşada bekleme rolünü oynuyordu. Bu yeni duygu yağmur olsa damlasaydı tüm çiçekleri soldurur, güneş olsa açsa denizleri kurutur, rüzgar olsa dolansa dağları dümdüz ovalara çevirirdi. Velev ki insanoğlu da bu duyguyla tanıştığında çiçekleri kopardı, denizleri aştı ve dağları deldi. Mevsim mevsim öğrenilen duyguların arasında insanoğlu daha geçen kış sevmeyi öğrenmişti ki bu bahara da sevgi kuşunun kanadı, tüm aşıkların heybesinde azığı, şairlerin denizinde dalgaları olan bu duygu kalmıştı, özlemek...

Peki tüm karamsar ümitleri taşıyan, yıldızları parlatıp geceyi susturan bu duygu neden bir erken baharda öğrenilmişti? Henüz merak duygusuyla tanışmamış insanoğlunun bu soruyu kendine sorması 3 mevsim sonra olacaktı. Özlemek bir bahar günü öğrenilmişti, sevginin hemen ardından... 

Özlemek bir erken bahardır, göçmen kuşları uçurur ve yüreğin topraklarında çiçekler açtırır. açan çiçekler bir önceki sevgi mevsiminde toprağa atılan tohumlar olmasa, bir erken bahara kanacak kadar acele ve ihtiyatsız fırlamazlar gönül toprağından. Başta bu kargaşa çiçek kokularından göçmen kuşların gidişini fark ettirmez ve rengarenk dağların arasında yalancı baharın sakladığı karabulutları göstermez. Özlemek insanı tam mevsim değişti alıştım dediği gün bir ince yağmurda ıslatır ve bir doluyla kırar tüm ağaçlarının yapraklarını. Güvenilen koca heybetli güneş bir parça bulutun arkasına saklanır da bekler, dağlar yüzünü bir kara sis ile kapatır. 

Özlemek bir erken bahardır, elbette o da bitecek, yaz gelecektir. Ardından gelen yaza bıraktığı ise güvenilmeye çekinilen dağlar, alışılmaya korkulan güneş ve kırılmamak için toprağa saklanan tohumlar olacaktır. Bu yüzdendir ki özlemek denen erken baharının karmaşasının aksine, gelen bu yaz sıcak ovalar üstünde sallanan dolgun başaklar kadar sakin ve bilgedir. Toprakları sert ve gökyüzü berraktır. Özlem denen erken baharının insanoğluna getirdiği yaz; bir sonraki mevsim, sevgi ve özlemden sonra gelen, hayal kırıklığı. 

SEVGİYE DAİR

 Uzun zamandır kendi içimde konuşmaktan yazmaya halimin kalmadığını fark ettikten sonra; ben de Pikachu gibi birkaç cümle karalamaya karar verdim 😊 Yazmaya da kendi içimde konuştuklarımla başlamak istesem de iç muhabbetimin mizacından çok memnun değilim. Bu yüzden yazmak istediğim konu; üzerine binyıllardan tüm kelimeler söylenmiş, resimleri yapılmış, bakışları atılmış, yaraları açılmış, dağları delinmiş ve aslında hepimizin bilmeden önce anladığı bir duygu, davranış, düşünce olarak ‘sevgi’.  

Sevginin yüzlerce farklı şekli olduğunu düşünürüz; ilahi sevgi, hayvan sevgisi; koltuk sevgisi... Kesinlikle hepsi aynı sevgi olmasa da sözlü anlatımın ifadelerimizi kısıtlamasıyla hepsine sevgi der geçeriz. Ama hiçbirinin aynı his olmadığını da biliriz, umarım. Dilin kilitlerine vurulup bir insanı eşya gibi sevenler, bir eşyaya ilahi aşk besleyip tapanlar da vardır elbet. Burada bahsedeceğimiz konu bir insanın başka bir insana romantik yönlerle beslediği sevgi olacak.  

Bir insanın başka bir insana olan romantik duyguları... Aslına bakarsak sevgi tek başına bir duygu değil duyguların bütünü haline geliyor. Her insan kendi duygularından farklı oranlarda duygular karıştırıp gönül kazanında bir sevgi iksiri ortaya çıkarıyor. Bu yüzdendir ki ‘korkarım ki; elbisendeki dikenlerin gölgesi seni incitir’ diyen Nedim’de bir sevgiyi anlatırken, ‘çok seviyordum, bıçakladım’ diyen de bir sevgiden bahsediyor. Üzerine nice büyük insanlardan laflar söylenen, kitaplar yazılan, anıtlar dikilen, devletler yıkılan bu sevgiyi hala anlayamamamızın sebebi işte bu kişiselliğindendir. İnsan sadece heybesinde bulunan duyguları kaynatabilir gönül kazanında; ortaya çıkacak iksir bir ilaç da olabilir, zehirde. 

Bir de her şeyi derecelendirdiğimiz gibi sevgiyi de derecelendirip çarizartdancharmender yapmış ve adına aşk dediğimiz başka bir versiyon çıkarmışızdır. Sanki sevgiyi tam anlamıyla kavramışız da aşkı bir türlü kavrayamıyor gibi ‘sen aşk nedir bilir misin’ repliğiyle söylenmeye bayılıyoruz. Bir diğer önemli repliğimizi de atlamamak gerekir ki o da; ‘sen hiç aşık oldun mu?’ Bu soruları kendimize de sorarsak aslında çok tatmin edici cevaplar almadığımızı görebiliriz. Bunun sebebi; aşk bilinmesi veya bulunması gereken bir yer, eşya değildir. İçimizde hala saklayabildiğimiz o duyguların bir gün karışıp başka birine ulaşması sürecidir. Aşkı bulmak istemenin o duyguları hep taze tutmaktan, yüreği yumuşak bırakmaktan geçtiğine inanırım. Çocukluk aşklarımızı belli ki bu sebeple hatırlıyor ve unutmuyoruz; duygularımız lekelenmemişken. 

Velhasıl kelam gerçek sevgi çabayla ortaya çıkan veya zorlama ile ortadan kalkan bir durum değil, bir iç meseledir. Tabi ki başlar ve biter ama bunu aklımızla kontrol edemeyiz. Burada uzun uzun ne anlatıyorsun sen diyen arkadaşlar için Atilla İlhan’dan bir özet bırakıyorum; ‘İnsan bırakmaz sevdiğini, sevmek insanı bırakır’. 

Sana Özgü Anlar

Yeni yılda ilk yazı benden. Uzun bir aradan sonra, yazmayı özlediğim ve gerçekten istediğim zamanda. Tam da şuanda. Herkese merhaba. Belki de gelecekteki bana merhaba.

Hayatın çok hızlı aktığı bu dönemde, her yeninin saniyeler sonra eskidiği bu zamanda durup gözlemlemeyi denedim. Önce durdum. Sonra durağanlaştım. Sonra hareket edemez hale geldim. Bizöyle yazarları da bu durgunluktan sıkılmış durumda. Sanırım birçok insan böyle. Üç beş fikir ve istek etrafında dönen bir hayatın parçası olmaktansa kendini bir anda yerde sürünürken bulan, bir anda da kalkıp dimdik ayakta dururken bulan bir hayatın parçası olmaya alışmışız. Ama durağanlaşmışız. 

Geçmişteki insan ne ise şimdi ki de o. Olaylar da aynı şekilde tüm hızıyla devam ediyor. Fakat sadece sana özgü olan parmak izin gibi geçen her an da sana özgü. Eşsiz. Başkasına kesinlikle daha farklı sunuluyor. Sana özgü olan bu anları en iyi nasıl doldurabilirim diye düşünmekten başka şansın yok. Bir tek sen varsın. Bir tek an var.

İster zinciri kır, ister çizgi çek, ister yeni bir sayfa aç. Döngüden kurtulmak için ısrarcı ol. Şuandan itibaren başla, yarından başlama.     

                                                      KARAMAZOV KARDEŞLER


 ...Ben eden bulur peşindeyim, bulamazsam kendimi yok etmem lazım. hem bu karşılık ileride, sonsuzlukta değil, hemen burada, yeryüzünde olmalı; bunu gözlerimle görmeliyim. İmanım vardı, görmek isterim; o ana kadar ölürsem diriltsinler beni, çünkü her şey bensiz olursa acınırım doğrusu. Hayatta işlediğim suçların, çektiğim acıların gelecekte, bilmem kim için ebedi ahenk hazırlığına gübrelik ettiğini görmek istemem, çektiklerim bunun uğruna değildi. Geyiğin aslanla yan yana yattığını, öldürülen bir adamın dirilip katiliyle kucaklaştığını gözlerimle görmek isterim. Başkaları dünyada olanların nedenini öğrenirken bulunmak isterim.  Yeryüzündeki dinlerin temeli bu isteğe dayanıyor; benim de yeteri kadar imanım var. Ama arada çocuk meselesi var, çocukları ne yapacağız? Bu meseleyi çözemiyorum. yüzüncü defadır tekrarlıyorum: Elimde konu pek çok ama ben yalnızca çocukları ele aldım. Diyelim ki ölümsüz ahengi sağlamak için acı çekmemiz gerekiyor, kabul. Ama çocukların ne ilgisi var bununla, lütfen söyler misin bunu bana? Onların hayatta acı tatmak, ıstırap çekmek pahasına ahenk satın almalarına ne gerek var?  Neden onlarda malzemeye girip, kim bilir kimin uğruna yarınki ahengin zemini gübreliyorlar. İnsanların arasındaki günah ve ceza konularındaki dayanışmayı anlıyorum, ama çocuklara uygulanamaz bu. Yok, eğer babalarının günahlarında bunlarında payı varsa, bu, dünyamızın dışında bir gerçek olur, bu kadarını aklıma sığdıramam. Belki şakacının biri, çocukların nasıl olsa büyüyünce günah işleyeceğini söyler; ama anlattığım yavru büyümeye vakit bulamadan, daha sekiz yaşında köpeklere yem oldu. yo Alyoşa, söylediklerim Tanrı'ya küfür değil! yeryüzü ve göklerin bütün seslerinin bir övgü korosu halinde birleşerek yaşayanlar ve yaşamış olanların hep bir ağızdan, 'Haklısın Ulu Tanrı; artık açıldı yolların bize!' diye haykırmalarının evreni nasıl yerinden oynatabileceğini düşünebiliyorum. O zaman bir anne, evladını köpeklere parçalatan canavarı bağışlarsa, üçü birlikte duygulu gözyaşlarıyla, 'Haklısın ulu Tanrı!' derse şüphesiz her şey aydınlanır, her şer anlaşılır artık. Ama takıldığım nokta bu işte, ben bunu kabul edemiyorum. Henüz vakit varken gerçekten o güne kadar sağ kalır ya da bunu görmek için dirilirsem, evladına kıyan canavarı bağrına basan anayı görünce ben de, 'Haklısın Ulu Tanrı!' diyebilirim. ama bunu söylemek istemiyorum. Geç olmadan kendimi çekmek, şu üstün ahenkten tamamen vazgeçmek niyetindeyim. O iğrenç yerde öcü alınmamış gözyaşları döküp göğsünü yumruklayarak, 'Tanrıcığı'na yalvaran yavrunun tek gözyaşına değmez bu ahenk' Değmez, çünkü çocuğun gözyaşının hesabı sorulmadan kalıyor. Karşılık olmalı, yoksa kutsal ahengin anlamını kavramak mümkün değil. Ama neyle ödenebilir bunlar? Var mı böyle bir şey? Bir öç mü sadece? Öcü ne yapayım ben, canavarlar cehenneme gidecekmiş; cehennem, yaptıkları kötülüğü, mahvettikleri hayatı geri getirebilir mi? Sonra, cehennemle kutsal uyum nasıl bağdaşabiliyor: Kimsenin ıstırap duymasını istediğim yok artık büyük af için bağrımı açmaya hazırım. Çocukların ıstırabı gerçeğin satın alınması için ödenene kaldıysa, bu gerçeğin böyle bir pahaya değmediğini şimdiden söylerim. Ayrıca bir ananın oğlunu köpeklere parçalatan zalimle kucaklaşmasını istemem ben. Onu bağışlamaya hakkı yoktur! İsterse, kendi hesabına bağışlar, canavarı, çektirdiği sonsuz analık acılarını bağışlar,; ama işkence içinde ölen evladının ıstırabını bağışlamaya hakkı yoktur, çocuk kendisi bağışlasa bile!.. Bağışlamaya hakkı olmadığına göre nerede bu kutsal uyum, sorarım sana? Dünyada bağışlayabilecek, bağışlama hakkına sahip tek bir insan var mı? Yo, istemem ben ölümsüz uyumu, insanları sevdiğim için istemem. Haksız da olsam, öcü alınmamış acılarımla, giderilmemiş hiddetimle kalmaya değişmem bunu. Zaten uyuma pek yüksek bir değer biçildi, bu giriş kesemize göre değil... Bu yüzden ben biletimi hemen geri veriyorum. Namuslu bir adamsam bunu bir an önce yapmam gerekir. Ben de yapıyorum işte. Tanrıyı reddetmiyorum Alyoşa, sadece giriş biletini üstün saygılarımla geri veriyorum... 

kapan

gözlerimin ardında bir kaç mısra şiirle
yolum kapanmış bir kurt boğazı deresinde
üç el silah sesi duyuldu
geceden perva semtinde

babam üç gündür sanki duruldu
göğsümde pişirdiğim şefkat soğudu
dağ başında kurtlar soyuldu
dünden kalan ekmeğim de başıma vuruldu.

sabır istinatsız rüyalarda
yarınlar bugünden huysuzluk sahurunda
yolundan edilmiş zaman
hadsiz bir kaç haydutla

döndüm durdum dünya rüyasında
gel dedin de tokmaklar gavurda
hardan çıkan alemler kahırda
gitme desem de bekleme sabaha.